Transandantalizm Nedir? Neyi Amaçlar?
Öncelikle bu konuyu ne zamandır yazmak istiyordum. Çünkü çok sevdiğim ve gerçekleştirmek istediğim bir kavram. Üniversitede bir hocamızın bize anlattığı bir felsefeydi. Başta Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau (En sevdiğim yazarlardan birisidir), Margaret Fuller gibi yazarlar gelir. Ben sizlere ders dışında okuduğum, transandantalizm felsefesine yakın bulduğum kitapları da anlatacağım.
Kelime anlamı ''Deneyüstücülük'' olan transandantalizm, 19.yüzyılda, ABD'nin New England eyaletinde ortaya çıkmıştır. İçeriğine kültür, edebiyat ve felsefe gibi terimler barındırdığı için ''Amerikan Transandantalizmi'' denir. O dönemde ortaya çıkan '' Entelektüalizm'' kavramına zıt olarak ortaya çıkmıştır. İlgi alanı daha çok siyasettir. Transandantalizme göre kadın ve erkek eşit seviyededir. İnsanların Tanrı'ya körü körüne kendilerini adamalarını istemezler, onların ruhlarını ait oldukları yere, doğaya dönmeleri gerektiğini savunur. Transandantalistlere göre ''Doğa'' her şeyin üstündedir. İnsan doğayla hareket ederse, inandığı tüm şeylerin üzerine çıkabileceklerini düşünürler. Doğa ve insan kusursuz bir birlik içindedir. Tanrı, insanların ve doğanın içindedir. Bilgi de insanın içindedir, doğuştan gelmiştir. Yani, bilginin kaynağı sezgidir. Sezgilerimizi kullanarak içimizden geldiği gibi yaşamalı, içimizden geldiği gibi hareket etmeli, kendi yolumuzu kendimiz belirlemeliyiz. İnsan doğada olmalı, onunla hareket etmelidir.
Transandantalistler ayrıca kapitalistlere de karşı gelmektedir. İnsanın maddeye bağımlılığı, onu doğadan uzaklaştırmaya neden olduğunu düşünürler. Yalnızlaştığını, makineye dönüştürdüğünü düşünürler.
2.kıtada: Oturup düşünen Emerson, düşünmemin tembelce bir şey olmadığını, gördüğü her varlığın ona hayatı anımsattığını, hiç bir şeyin önemsiz olmadığını vurguluyor. Özellikle doğadaki varlıkların.
3.kıtada: İşgüzarlar zümresi olarak nitelendirdiği bana göre Kapitalistler. Onların zıttına doğayla içi içe olan Emerson, kapitalistlerin hor gördüğü, küçümsediği nesnelerin onun için ne kadar önemli ve hayatın içinden olduğunu anlatıyor.
4.kıtada: Bugüne kadar yaşanmış hiç bir şey gizli değildi, her şey aslında doğanın birer parçasıydı. Göremediğimiz, duyamadığımız birçok şey aslında hep gözümüzün önündeydi.
5.kıtada: Kapitalistlerin yaptığı işlerle kendilerini büyük görmeleri, güçlenmelerini anlatır. Ama Emerson doğadan aldığı tınıyla aslında diğerlerinden daha çok güçlü olduğunu söyler.
1803 yılında dünyaya gelen Emerson, babası gibi papazdı. Evlendi, eşi öldükten sonra bunalıma girdi ve rahipliği bıraktı. İngiltere'ye gitti, tanındı ve 2. kez evlendi. Ünü Avrupa'ya kadar yayıldı ve 1882 yılında hayata gözlerini yumdu.
2. öncü yazarlardan Thoreau'yu tanıyalım biraz. Kendisi çok seviyorum bir yazar olarak. Bütün kitapları bitmedi fakat yavaş yavaş okuyorum. İlk kitabı Walden'den başlayalım. En ünlü kitabıdır. Thoreau bu kitabından doğada geçirdiği (Walden Gölü'nde) iki yılını anlatıyor. Elinde bulunan sınırlı kaynaklar ile nasıl geçindiğini, nasıl doğa ile iç içe olduğunu gösteriyor. Modern hayatı reddettiği kitapta, toplumdan uzaklaşıp yaşadıklarını kaleme alması. Bu birçok yazara ilham vermiştir.
“Beni gerçekten büyük bir güçle çeken şeyleri tartıp zihnimde oturtmayı severim. Bir durum varsaymam, durumu olduğu gibi alırım. Takip edebileceğim tek yolu takip ederim, hiçbir gücün bana direnemeyeceği yolu.
En başında felsefeden bahsederken söylemiştim. İnsan kendi yolunu seçmeli ve ona doğru ilerlemeli diye. Burada da aynı şeyi savunur Thoreau. Hiç bir güç (yani kendinden başka kimse) ona karşı koyamaz ve karışamaz. Kendim düşünürüm, kendim ilerlerim. Bu yol benim yolumdur.
Kıyafetleri giyecek yeni birinden ziyade yeni kıyafetler gerektiren tüm işlerden uzak durun.
Bu satırlarda da Thoreau, kapitalist sisteme karşı bir savunmada bulunmuştur. Dış görünüş senin için önemli şeyler değil, asıl onlara değer verecek bir insana dönüşme demek istiyor.
Kadife bir minder üstünde tıkış tıkış oturmaktansa, bir balkabağında tek başıma oturmayı tercih ederim.
Thoreau'nun ''Yalnızlık'' adında bir kitabı var. Bu cümleyi görünce aklıma o kitap geldi. Herkesle aynı yerde, nefes alamamaktansa (bu da yine kapitalist sisteme karşı ), nefes alabileceğim, kafamı dinleyebileceğim bir yerde olmak her zaman daha iyidir. Kapitalist sistemde insanlar birbirlerinin aynısıdır, tek pencere vardır. Kimse farklı düşünmez. Bir kişi ne yaparsa diğeri de aynı şeyi yapar. Özenir. Kendisine ait bir yolu yoktur.
Sade ve bağımsız bir zihin hiçbir prensin emrinde çalışmaz.
Bu satırlar da iş hayatındaki üst alt ilişkisini anlatıyor. Birine bağlı olarak çalışmak zordur. Her zaman daha fazla güç, sorumluluk, çaba ve hırs gerektirir. Oysa tek başına, kendi iradenle çalışınca kimse size hesap sormaz. Neden , ne zaman yaptın gibi sorularla bunaltmaz sizleri. En önemlisi işinizde sadece siz varsınızdır. Baskı altında kalmadan daha rahat ve iyi çalışabilirsiniz. Kölelik sistemi yoktur. Bunu söylememdeki sebep, transandantalistlerin kölelik sistemine karşı gelmeleridir.
Bilinçli ve incelikli bir şekilde yaşamak, hayatın yalnızca asil gerçekleriyle yüzleşmek ve öğreteceklerini öğrenip öğrenemeyeceğimi anlamak ve ölüm kapımı çaldığında yaşamamış olduğumu görmemek için ormana gittim.
Thoreau bu sözünde, öteki hayata (cennete) kavuştuğunda pişman olmak istemediğini, hayatı sadece kendim için yaşamalıyım dediği için söylemiştir. ''Üryan geldik, üryan gideceğiz'' diye bir söz var. Bu söz aslında felsefeyi özetler nitelikte. Her insan, canlı topraktan geldi ve tekrar toprağa gidecek. O yüzden zaten doğduğumuzda yerde yaşamak normal olan değil midir? Özümüz, aslımız ve doğallımız doğa değil midir?
Mutlu olmak, zengin olmak, sevilmek vs. değildir. Mutlu olmak doğadan tat almak, doğayı iliklerine kadar özgürce hissetmektir. Doğayı, kuşları, gökyüzünü hissederek aslında özgürlüğü de hissetmektir. Geri kalan her şey boştur.
Günümüzde ve günümüze yakın zamanlarda da transandantalizm ile ilgili birçok kitap ve film bulunmaktadır. Bunların en bilineni ''Özgürlük Yolu''dur. Tabi film ve ya kitap bu felsefeye yönelik yazılmıştır diye bir kesinlik arz etmiyor. Ben kendimce bu şekilde yorumluyorum. Özgürlük Yolu'nun sadece filmini izledim. Kitabının da filmle eş değer olduğunu düşünüyorum. Hemen hemen herkes bilir Özgürlük Yolu'nun hikayesini. Bir genç her şeyi bırakır ve kendini vahşi doğaya adar. Orada önce arkadaşları ile sonra tek başına yaşamanın zorluğunu görür. Ruhunu, gençliğini ve ömrünü doğaya bırakarak yaşama son verir. Bir nevi transandantalizmi destekleyen bir film. Doğaya dön, huzura dön, ait olduğun yere dön.
Eğer doğaya, tabiata ve Tanrı'ya yakın olmak isterseniz, her türlü maddeden, doğaya zarar verebilecek her türlü şeyden kaçının. Tanrı'ya ulaşmanın tek yolu budur.
İnsan istediği şeye ulaşmak için çaba göstermeli, uğruna çok fazla şey göze almalıdır. Her şey o zaman daha ulaşılabilir olur.
Sadece önüne bakıp, yaşadıkları şeylerle zamanını boş yere harcamayan kişi en hakikatli insandır.
Ne zamanki ben tamamım, artık Nirvana'ya ulaşma zamanım geldi derseniz. O zaman her şey için hazırsınız demektir.
Kelime anlamı ''Deneyüstücülük'' olan transandantalizm, 19.yüzyılda, ABD'nin New England eyaletinde ortaya çıkmıştır. İçeriğine kültür, edebiyat ve felsefe gibi terimler barındırdığı için ''Amerikan Transandantalizmi'' denir. O dönemde ortaya çıkan '' Entelektüalizm'' kavramına zıt olarak ortaya çıkmıştır. İlgi alanı daha çok siyasettir. Transandantalizme göre kadın ve erkek eşit seviyededir. İnsanların Tanrı'ya körü körüne kendilerini adamalarını istemezler, onların ruhlarını ait oldukları yere, doğaya dönmeleri gerektiğini savunur. Transandantalistlere göre ''Doğa'' her şeyin üstündedir. İnsan doğayla hareket ederse, inandığı tüm şeylerin üzerine çıkabileceklerini düşünürler. Doğa ve insan kusursuz bir birlik içindedir. Tanrı, insanların ve doğanın içindedir. Bilgi de insanın içindedir, doğuştan gelmiştir. Yani, bilginin kaynağı sezgidir. Sezgilerimizi kullanarak içimizden geldiği gibi yaşamalı, içimizden geldiği gibi hareket etmeli, kendi yolumuzu kendimiz belirlemeliyiz. İnsan doğada olmalı, onunla hareket etmelidir.
Çevirisi: Kendi güneşim, kendi ayım, kendi yıldızlarım olduğu gibi var olsaydım, kendi kendime küçük bir dünyam olurdu.
Çevirisi: Gün ışığında yaşa, denizde yüz, vahşiliği iç.
Transandantalistler ayrıca kapitalistlere de karşı gelmektedir. İnsanın maddeye bağımlılığı, onu doğadan uzaklaştırmaya neden olduğunu düşünürler. Yalnızlaştığını, makineye dönüştürdüğünü düşünürler.
Çevirisi: Yakında nasıl çok geç olacağını bilmemen için sen çok yakında bir iyilik yapmamalısın.
Düşünmeyin kaba, zalim olduğumu da
Yalnız yürüdüğümden vadilerde ve koruda
Ormanın tanrısına gidiyorum
Sözlerini alıp getirmeye insanlara
Yalnız yürüdüğümden vadilerde ve koruda
Ormanın tanrısına gidiyorum
Sözlerini alıp getirmeye insanlara
Tembelliğime yormayın bakıp da
Kollarımı büküp oturmama, çay kenarında
Gökyüzünde yüzen her bulut
Bir mektup olur kitabımda
Kollarımı büküp oturmama, çay kenarında
Gökyüzünde yüzen her bulut
Bir mektup olur kitabımda
İşgüzarlar zümresi, azarlamayın beni
Görüp de, getirdiğim aylak çiçekleri
Elimdeki her yıldız çiçeğinin
Evine giderken düşüncelerdir yükleri
Görüp de, getirdiğim aylak çiçekleri
Elimdeki her yıldız çiçeğinin
Evine giderken düşüncelerdir yükleri
Hiç var olmadı aslında gizem
Lakin budur, ancak çiçeklerde gösterilen
Tarihin gizi de olmadı asla
Kuşlardır bahçe köşklerinde dillendiren
Lakin budur, ancak çiçeklerde gösterilen
Tarihin gizi de olmadı asla
Kuşlardır bahçe köşklerinde dillendiren
Senin tarlanda ilk hasat derlenir
Eve doğru öküzler güçlenir
Ve ikinci mahsül gelir de
Bir şarkıdan devşirdiğimi verir
Emerson'un şiirinin ilk kıtasında: Emerson Tanrı'ya (Yani Doğa'ya) gidiyor ve insanlar için nasıl yaşanması gerektiğini öğreniyor. Asıl Tanrı olan doğadan öğreniyor.Eve doğru öküzler güçlenir
Ve ikinci mahsül gelir de
Bir şarkıdan devşirdiğimi verir
2.kıtada: Oturup düşünen Emerson, düşünmemin tembelce bir şey olmadığını, gördüğü her varlığın ona hayatı anımsattığını, hiç bir şeyin önemsiz olmadığını vurguluyor. Özellikle doğadaki varlıkların.
3.kıtada: İşgüzarlar zümresi olarak nitelendirdiği bana göre Kapitalistler. Onların zıttına doğayla içi içe olan Emerson, kapitalistlerin hor gördüğü, küçümsediği nesnelerin onun için ne kadar önemli ve hayatın içinden olduğunu anlatıyor.
4.kıtada: Bugüne kadar yaşanmış hiç bir şey gizli değildi, her şey aslında doğanın birer parçasıydı. Göremediğimiz, duyamadığımız birçok şey aslında hep gözümüzün önündeydi.
5.kıtada: Kapitalistlerin yaptığı işlerle kendilerini büyük görmeleri, güçlenmelerini anlatır. Ama Emerson doğadan aldığı tınıyla aslında diğerlerinden daha çok güçlü olduğunu söyler.
1803 yılında dünyaya gelen Emerson, babası gibi papazdı. Evlendi, eşi öldükten sonra bunalıma girdi ve rahipliği bıraktı. İngiltere'ye gitti, tanındı ve 2. kez evlendi. Ünü Avrupa'ya kadar yayıldı ve 1882 yılında hayata gözlerini yumdu.
2. öncü yazarlardan Thoreau'yu tanıyalım biraz. Kendisi çok seviyorum bir yazar olarak. Bütün kitapları bitmedi fakat yavaş yavaş okuyorum. İlk kitabı Walden'den başlayalım. En ünlü kitabıdır. Thoreau bu kitabından doğada geçirdiği (Walden Gölü'nde) iki yılını anlatıyor. Elinde bulunan sınırlı kaynaklar ile nasıl geçindiğini, nasıl doğa ile iç içe olduğunu gösteriyor. Modern hayatı reddettiği kitapta, toplumdan uzaklaşıp yaşadıklarını kaleme alması. Bu birçok yazara ilham vermiştir.
“Beni gerçekten büyük bir güçle çeken şeyleri tartıp zihnimde oturtmayı severim. Bir durum varsaymam, durumu olduğu gibi alırım. Takip edebileceğim tek yolu takip ederim, hiçbir gücün bana direnemeyeceği yolu.
En başında felsefeden bahsederken söylemiştim. İnsan kendi yolunu seçmeli ve ona doğru ilerlemeli diye. Burada da aynı şeyi savunur Thoreau. Hiç bir güç (yani kendinden başka kimse) ona karşı koyamaz ve karışamaz. Kendim düşünürüm, kendim ilerlerim. Bu yol benim yolumdur.
Kıyafetleri giyecek yeni birinden ziyade yeni kıyafetler gerektiren tüm işlerden uzak durun.
Bu satırlarda da Thoreau, kapitalist sisteme karşı bir savunmada bulunmuştur. Dış görünüş senin için önemli şeyler değil, asıl onlara değer verecek bir insana dönüşme demek istiyor.
Kadife bir minder üstünde tıkış tıkış oturmaktansa, bir balkabağında tek başıma oturmayı tercih ederim.
Çevirisi: Evimde üç tane sandalye vardı, biri çözüm için, ikincisi arkadaşlık için, üçüncüsü de toplum için.
Thoreau'nun ''Yalnızlık'' adında bir kitabı var. Bu cümleyi görünce aklıma o kitap geldi. Herkesle aynı yerde, nefes alamamaktansa (bu da yine kapitalist sisteme karşı ), nefes alabileceğim, kafamı dinleyebileceğim bir yerde olmak her zaman daha iyidir. Kapitalist sistemde insanlar birbirlerinin aynısıdır, tek pencere vardır. Kimse farklı düşünmez. Bir kişi ne yaparsa diğeri de aynı şeyi yapar. Özenir. Kendisine ait bir yolu yoktur.
Sade ve bağımsız bir zihin hiçbir prensin emrinde çalışmaz.
Bu satırlar da iş hayatındaki üst alt ilişkisini anlatıyor. Birine bağlı olarak çalışmak zordur. Her zaman daha fazla güç, sorumluluk, çaba ve hırs gerektirir. Oysa tek başına, kendi iradenle çalışınca kimse size hesap sormaz. Neden , ne zaman yaptın gibi sorularla bunaltmaz sizleri. En önemlisi işinizde sadece siz varsınızdır. Baskı altında kalmadan daha rahat ve iyi çalışabilirsiniz. Kölelik sistemi yoktur. Bunu söylememdeki sebep, transandantalistlerin kölelik sistemine karşı gelmeleridir.
Bilinçli ve incelikli bir şekilde yaşamak, hayatın yalnızca asil gerçekleriyle yüzleşmek ve öğreteceklerini öğrenip öğrenemeyeceğimi anlamak ve ölüm kapımı çaldığında yaşamamış olduğumu görmemek için ormana gittim.
Thoreau bu sözünde, öteki hayata (cennete) kavuştuğunda pişman olmak istemediğini, hayatı sadece kendim için yaşamalıyım dediği için söylemiştir. ''Üryan geldik, üryan gideceğiz'' diye bir söz var. Bu söz aslında felsefeyi özetler nitelikte. Her insan, canlı topraktan geldi ve tekrar toprağa gidecek. O yüzden zaten doğduğumuzda yerde yaşamak normal olan değil midir? Özümüz, aslımız ve doğallımız doğa değil midir?
''Yalnızlık'' kitabından sizlere altını çizdiğim satırları paylaşacağım.
Bu satırlarda da yine kapitalist sisteme bir sitem var. Demiryolunu inşa etmek Thoreau'ya göre saçma ama nasıl saçma? Eğer sakin, düz bir hayatınız varsa, demiryollarına ihtiyacınız yoksa ne gereği var o zaman? Demiryolu bizim üstümüzden geçer derken de, aslında topraktan geldiğimiz, doğayı nasıl katlettiğimizi ve doğayı kendi inşalarımızla nasıl yok ettiğimizden bahseder.
Mutlu olmak, zengin olmak, sevilmek vs. değildir. Mutlu olmak doğadan tat almak, doğayı iliklerine kadar özgürce hissetmektir. Doğayı, kuşları, gökyüzünü hissederek aslında özgürlüğü de hissetmektir. Geri kalan her şey boştur.
Çevremdeki her şey benimle başlar ve benimle biter. Göz benim, duyumsamalarım benim, hayat benim. Hissettiklerim de benim. Yaşadıklarımı kendim dışında kimseye hesap vermeden yaşarım.
Bu cümle de bir önceki cümleye benzer yapıda. İnsana kendi yolunu oluşturması için her imkanı ver, her şeyi başarır ve asıl zenginlik iliklerinde hissediği cesaret, özgüven ve özgürlüktür. Bu da asıl zenginliktir.
Bu da Emerson'un minderle ilgili yazdığı cümleyi andırıyor. Evren ne kadar yalnız olursa olsun ya da yalnız olduğunu düşünsün. Aslında evren başlı başına insanın yalnızlığını giderir. Yalnızlık sadece kelime olarak boy gösterir. Çünkü yalnız değilizdir.
Çevirisi: Ormana gittim çünkü kasıtlı olarak yaşamayı diledim.
Çevirisi:Herhangi bir şeyin fiyatı, değişim için yaşayacağınız hayatın değeridir.
Çevirisi: Aşktan çok, paradan çok, şöhretten çok bana gerçeği ver.
Çevirisi: Mutluluk, paylaşılan tek gerçektir.
Çevirisi: Sanırım kariyeler bir 20.yüzyıl icadı ve ben birini bile istemiyorum.
Özgürlük Yolu'nun kadın versiyonu sayabileceğimiz ''Wild'' filmi var sırada. Bu filmin de kitabı var ayrıca. Ben yine filmini izleyenlerdenim. Wild filminde de kadın karakter, kocası ya da sevgilisi (hatırlamıyorum) onu aldatıyor , o da her şeyi bırakıp kendini doğaya bırakıyor. Buna iyi açıdan yaklaşırsak, aldatma bir faciaya dönüşmesi gerekirken, adeta güzel bir serüven yaşanmasını sağlıyor. Kadın karakterimiz kendinden büyük ve ağır çantayı aldığı gibi yola çıkıyor. Ayağında tek bir ayakkabı: Kahverengi bir bot. Film boyunca bu bot gözüme çarpıyor. Çünkü ayakkabı yıpranıyor, kirleniyor, sökülüyor ama yürümekten vazgeçmiyor. Sonunda zafere ulaşıyor.
Çevirisi: Beni buraya getiren şeyler ya tüm şeyleri yaptıklarımsa.
''Korku, kendi kendimize söylediğimiz bir hikayenin doğduğu ve kadınlardan birinin anlattığı farklı hikayelerden kendime seçip anlattığım büyük bir alandır. Ben güvenliğe karar verdim. Güçlüydüm. Cesurdum. Hiç bir şey beni yenemedi. Korku korkuyu yaratır. Güç gücü yaratır. Kendi kendime gücümü yaratmayı istedim. Ve ben gerçekten korkmadan önce uzun sürmedi.''
Lisedeyken okuduğum bir kitap vardı. ''Mutlu Olmak İsteyen Adam''. Şimdi diyeceksiniz bu da mı transandantalizmi temsil ediyor? Bu daha çok Budizm'i temsil ediyor. Fakat konusu ve baş karakterin hikayesi doğrultusunda bana göre transandantal terimler mevcut. Baş karakterimiz hayatını sevmediğini, hatta karısını sevmediğini fark eder. Hiç bir şeyin onu mutlu etmediğini düşünür ve mutlu olmak için bir şeyler yapmak ister. Birisinin önerisine uyar ve Çin'de bir budistin yanına gider. Oraya yerleşir ve ondan mutlu olmak için tavsiyeler alır.
Bu kitabın altını çizerek okumuştum. Fakat kitap memleketimde olduğundan yalnızca bu kadar bilgi paylaşacağım sizlere. Laurent Gounelle'nin daha önce ilk çıkarttığı kitabı ''Tanrı Daima Tedbil-i Kıyafet Gezer'' dönemin popüler kitaplarındandı. O kitap bana çok şey katmıştı. Ama ''Mutlu Olmak İsteyen Adam''ı daha çok sevdim. Mutluluğun madde ile değil aslında içindeki zevkle, tutku ile olabileceğini gösteriyor.
Keza buna benzer yine popüler olan bir kitap daha var. ''Ferrarisini Satan Bilge.'' Bu kitap farklı öğeler barındırsa da gidişat aynı. Avukat bir adam mahkeme salonunda kalp krizi geçirir ve malını, mülkünü, özellikle ferrarisini satar ve kendini doğaya bırakır. Budistlerin eline. Kitabı okuyanlar bilir. İçeriğinde birçok terim barındırır. Size bunları tek tek anlatmayacağım.
Yeni okuduğum kitaplardan biri olan ''Siddharta'' da konu anlamında transandantalizme yakın. Biraz ondan bahsedeyim. Altını çizdiğim yerler ile başlayayım.
Karakterimiz Siddharta, uzun bir yolculuğa çıkar. Burada birçok insan tanır. Aşık olur fakat kendini tutmaya çalışır. Yol boyunca oruç tutar. Pek bir şey yemez Siddharta. Onun için gerçeğe bu şekilde ulaşılabilir çünkü. Yemek yediği zaman sanki diğer insanlar gibi olabileceğini, günah işleyeceğini düşünür. Farklıdır, onlar gibi düşünmez. Benliğine bu biçimde ulaşabileceğine inanır ve kendisine göre bunu başarır.
Buradaki bir günden kastı, ne zaman olacağı belli olmadığı için doğru mu değil mi bilinmiyor. O yüzden hep bir yanılgı olarak kalıyor.
Gelelim tekrar Thoreau'ya. ''Doğa Ve Yürüyüş Üzerine Seçme Denemeler'' kitabından altını çizdiğim yerleri paylaşacağım sizinle.
Burada Thoreau'nun sade bir yaşamı tercih etmesinden bahsediyor. Zengindir fakat hayatından memnun değildir. Bu yüzden ormana yerleşip, daha mutlu bir hayat geçirmek ister. Kendisi seçer. Kendi yolunu kendi çizer.
Kapitalist sisteme karşı bir sitem vardır. Gerçek hayatın maddesel şeylerle olmadığını savunur. Şık kıyafetler giyme zorunluluğunun olmadığı, teknolojiyle harcadığımız zamanın boşa gittiğini düşünüyor.
Medya, reklamlar, kısaca kapitalist yaşam dediğimiz şey bize aslında bilmediğimiz, sevdiğimizi zannettiğimiz şeyleri vazgeçilmezimiz olarak gösterir. Bizi onların kölesi olmak için kullanır, bizi sistemine çeker.
Eğer doğaya, tabiata ve Tanrı'ya yakın olmak isterseniz, her türlü maddeden, doğaya zarar verebilecek her türlü şeyden kaçının. Tanrı'ya ulaşmanın tek yolu budur.
İnsan istediği şeye ulaşmak için çaba göstermeli, uğruna çok fazla şey göze almalıdır. Her şey o zaman daha ulaşılabilir olur.
Sadece önüne bakıp, yaşadıkları şeylerle zamanını boş yere harcamayan kişi en hakikatli insandır.
Ne zamanki ben tamamım, artık Nirvana'ya ulaşma zamanım geldi derseniz. O zaman her şey için hazırsınız demektir.
Kısacası: Transandantalizm, insanı her türlü maddeden uzaklaştırıp, doğaya, ait oldukları yere dönmeleri için çağırıyor. Kim kulak verecek bakalım.
Bu şarkıyı ilkokulda bir hocam derste bize dinletmişti. O gün bugündür çok severim. Bana hep doğayla ilgili gelir bu şarkı. Çevirisini de aşağıya ekliyorum.
NAKARAT
Take me back to my boat on the river
Beni al nehirdeki tekneme götür
I need to go down, I need to come down
Aşağı inmeye ihtiyacım var, aşağı inmeye ihtiyacım var
Take me back to my boat on the river
Beni al nehirdeki tekneme götür
And I won't cry out any more
Ve bir daha ağlamayacağım
Time stands still as I gaze in her waters
Zaman durur ben hala onun sularına bakarım
She eases me down, touching me gently
O beni rahatlatır, yavaşça bana dokunur
With the waters that flow past my boat on the river
Nehirdeki teknemden akan sular ile
So I don't cry out anymore
Bu yüzden bir daha ağlamayacağım
Oh, the river is wise
Oh, nehirler bilgece
The river, it touches my life like the waves on the sand
Nehirler, kumdaki dalgalar gibi hayatıma dokunur
And all roads lead to Tranquility Base *
Ve tüm yollar Tranquility Base'e öncülük eder
Where the frown on my face disappears
Kaşlarımı çattığım yüzümün kaybolduğu yere
*1969’da Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’in Apollo 11’le aya iniş gerçekleştirdiği noktaya verilen isim.
Resim Kaynakları: https://www.ecowatch.com/ecowatch-summer-photo-contest-2638991345.html?rebelltitem=1#rebelltitem1
https://www.pinterest.ru/pin/114490015514926936/
https://www.pinterest.ru/pin/483644447481951288/
https://www.pinterest.ru/pin/566257353147717112/
https://www.pinterest.ru/pin/358669557801844253/
https://www.pinterest.ru/pin/265993921729472730/
https://www.pinterest.ru/pin/298856125245052692/
https://www.pinterest.ru/pin/521573200595865605/
https://www.pinterest.ru/pin/49047083428477911/
https://www.pinterest.ru/pin/458030224599750870/
https://www.pinterest.ru/pin/622622717215931978/
https://www.pinterest.ru/pin/366128644687120339/
https://www.pinterest.ru/pin/492510909248139724/
https://www.pinterest.ru/pin/376121006353862682/
https://www.pinterest.ru/pin/181058847495864145/
https://www.pinterest.ru/pin/62909726032030229/
https://www.pinterest.ru/pin/65443000819464229/
https://www.pinterest.ru/pin/466896686353200579/
Yorumlar
Yorum Gönder